Opera dünyasında kendine özgü sesi ve sahne duruşuyla dikkatleri üzerine çeken kontra tenor Dorukhan Öner, Türkiye’de nadir görülen bir ses tipini başarıyla temsil ederek hem ulusal hem uluslararası arenada yükselişini sürdürüyor. Küçük yaşlardan itibaren müziğin içinde büyüyen Öner’in operayla tanışması lise yıllarında, güzel sanatlar lisesindeki şan hocasının yönlendirmesiyle başladı. Ardından İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Bölümü’nü kazanarak profesyonel sanat yolculuğuna adım atan genç sanatçı, bugün hem sahne hem akademik alanda ilerliyor.
Müzik eğitiminde başlangıçta bariton olarak yer alan Öner, zamanla gerçek ses rengini keşfederek kontra tenor repertuarına yöneldi. Counter tenor ses tipi, özellikle barok dönemde kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu yıllarda erkeklerin üstlendiği tiz rollerle öne çıkan, dünya tarihinde önemli fakat az rastlanan bir ses türü. Öner, bu tarihsel geleneği günümüz opera sahnelerine taşıyarak hem teknik açıdan zorlu hem de sanatsal açıdan güçlü bir alanın temsilcisi haline geldi. Bu geçişin kendisi için büyük bir ustalık gerektirdiğini belirten genç sanatçı, kontra tenorluğun falsetto temelli olsa da doğru teknikle güçlü ve gerçek bir duyum yarattığını vurguluyor.
Bir rolü sahneye hazırlarken dönemin müzikal yapısını, bestecinin stilini ve karakterin psikolojik yönlerini derinlemesine araştırdığını söyleyen Öner, barok dönemin süslemeli ve ihtişamlı yapısına olduğu kadar klasik ve romantik dönemlerin yalın ve dramatik enerjisine de hâkim. Sahneye çıktığında kendisini “gerçek bir görünürlük” içinde hissettiğini belirten sanatçı, seyircinin alkışı ve etkileşiminin sanatın temel iyileştirici gücünü ortaya çıkardığını ifade ediyor.
Türkiye’de kontra tenor ses tipinin az olması, genç sanatçının mesleki alanını hem daha ayrıcalıklı hem de daha riskli bir konuma taşıyor. Devlet operasında bu ses tipine yönelik kadroların bulunmaması nedeniyle kariyer yolunda büyük oranda konser projeleri ve bağımsız çalışmalara yönelen Öner, uzun vadeli sahne hedeflerini yurt dışına taşımak istiyor. İtalya’da burslu olarak katıldığı Sicil Müzik Festivali ise bu hedeflerin en somut adımlarından biri oldu. Sekiz gün süren festival boyunca konserler veren ve yarışmalara katılan Öner, İtalyan dinleyicisinin operaya duyduğu derin bağlılığı, Türkiye’deki seyirciyle kıyaslayarak kültürel farkı bizzat sahnede tecrübe etti.
Sanatın iyileştirici yönüyle de ilgilenen Öner, ileride müzik terapisi ve şifa odaklı çalışmalar yapmayı hedeflediğini dile getiriyor. Osmanlı döneminde kullanılan müzik terapilerinden günümüze uzanan bu bilgi birikiminin hâlâ değerini koruduğunu, müziğin insan zihni ve ruhu üzerindeki etkisinin yadsınamaz olduğunu söylüyor. Ayrıca müzik kulağının doğuştan gelen bir özellik değil, geliştirilip güçlendirilebilen bir beceri olduğunu belirterek çocukların küçük yaşta sanatla tanıştırılmasının toplumun kültürel gelişimi için kritik olduğunu vurguluyor.
Türkiye’de operanın daha geniş kitlelere ulaşması gerektiğini savunan Dorukhan Öner, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” sözünü hatırlatarak sanatın birey ve toplum üzerindeki önemine dikkat çekiyor. Hem sahnedeki performansıyla hem de sanatın eğitim yönüne duyduğu ilgiyle öne çıkan genç sanatçı, opera dünyasında adını giderek daha fazla duyurarak geleceğe umutla bakıyor.
















